Bi’ Şeyin Merkezi Olmak… Mesela Modanın

Tasarım yapma düşüncesi ilk insanın var olduğundan beri süregelen bir süreçtir. İlk insan öncelikle ihtiyaç ürünlerini şekillendirmiş ve çeşitlendirmiştir. Bu süreç çağlar boyu, ürünlere gerek fonksiyonel, gerekse görsel zenginlik katarak günümüze kadar devam etmiştir.  Yani tasarlamak, merak, değişiklik isteği ve farklılık oluşturma ilk insandan bugüne kadar biz insanların doğasında mevcut olan bir his olmuştur.

Bu hisle yola çıkarak, günümüzün ekonomik pazarında bu hissin ortaya çıkardığı sonucun, farklı ve özgün çizgilerle oluşturulan somut tasarımların ekonomik pazarın canlanmasında ve rekabet ivmesinin artmasında payının büyüklüğü olduğu görülecektir. Zaman içinde özellikle giyim işinin ihtiyacın ötesinde bir zevk, bir tutku haline dönüşmesi ile de moda kavramı insanlık tarihi içinde yerini aldı.

Tasarlamak kadar önemli bir başka unsur da tasarlanan ürünleri korumaktır. Tasarımların korunması konusunda ilk harekete geçen ülkeler, 1711 yılında Fransa ve 1787’de İtalya’dır. Tasarımları koruma fikrinin ilk kez ortaya çıktığı bu iki ülkenin günümüzde modayı yönlendiren iki ülke olduğunu söylersem sanırım siz de bana katılırsınız.

Bilirsiniz marifet iltifata tabidir diye bir söz vardır. Gerçekten de bakıldığında bahsettiğimiz ülkelerdeki koruma – korunan meselenin büyümesi – yüz milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmesi arasındaki bağın tesadüf olduğunu ya da Avrupalılar daha estetik bakıyor hayata diyerek açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyorum.

Evet kabul etmek gerekiyor ki; birkaç yüzyıl geriden geliyoruz ama teknoloji, arayı kapatmamızı kolaylaştıracak bir unsur. İstanbul’u bir moda merkezi, uluslararası bir moda şehri haline getirmek için daha çok tasarım üretmeliyiz. Daha çok ve daha özgün…

Bununla da yetinmemeli, özgün tasarımları mutlaka dünya çapında tescil ettirmeliyiz. Çünkü tasarım tescili, hak sahibine tasarımlarını belli bir süre ile üçüncü kişilere kullandırtmama hakkı vermektedir. Başka bir deyişle tasarım hakkı, korunan tasarımın sahibinin yaratıcı çabasını, ona bu tasarımı içeren ürünleri belirli bir süre üretip, ilk satışa sunmasına olanak vererek ödüllendiren bir mülkiyet hakkıdır. Bunun anlamı yeni tasarımlar üretebilmek için tasarım yapabilen beyinlere, pazarlama yapabilmek için gerekli kaynağın ortaya çıkmasıdır.

Tasarım hakkı sahipleri bu haklarını kullanmadıkları sürece, piyasaya sürdükleri yeni ürünler hiçbir şekilde korunmayacak ve taklit edilecektir. Tasarlanan ürün yeni olsa bile korunmadığı sürece hemen taklit edilecek, yaratılan ürün farklı olmaktan çıkacak ve yaratıcısına artı değer katmaktan yoksun kalacaktır. Açıkça görülmektedir ki, yeni ürünler tasarlamak kadar önemli olan bir başka şey bunları korumak, yani tasarımları tescil ettirmektir.

İstanbul’u üzerinde yapılan defileler, ortaya çıkan yeni kreasyonlar ve tasarımcılarla anılan bir şehir haline getirmek istiyorsak, fikri mülkiyet konusunda hızlı adımlar atmalıyız. 1700’lerin başında bu işe başlayan ülkelerle aramızdaki farkı kapatmak ancak tasarım tescili ve fikri mülkiyetin korumasında ilerlemekle mümkün olacaktır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook

LinkedId