Sizin Oranın Nesi Meşhur ?

Türkiye’de yaşayan herkesin hayatında bir kez başkasına sorduğu ya da kendisine sorulmuş olan sorulardan biridir bu.

Ülkemizde pek çok insan doğduğu yerde ya da başka türlü söylersek memleketinde yaşamıyor. İşin bir sosyolojik boyutu var tabii. Şehirlere göç, bir ülkenin tarihini baz alırsak çok kısa sayılabilecek bir sürede değişen sermaye dengeleri, kısmen terör, doğal afetler sonucu yapılan zorunlu yer değişiklikleri vb.

Ama biz konuyu başka bir noktadan ele alacağız. O da tarihi neredeyse insanlık tarihi ile eş olan bu topraklardaki kültürel – doğal zenginlikle ve bu değerlerin sanayiye yansıyan kısımlarının korunması ile ilgili. Kısaca konumuz coğrafi işaret.

Binlerce yıldır insanların üretim yaptığı bu topraklarda ortaya çıkan ve kuşaktan kuşağa aktarılan bazı değerlerin yaşatılması ve bu değerleri hala hakkıyla üreten, ortaya çıkartanlar için bir değer haline gelmesi.

Çok teknik detaylara girmeden “nedir bu coğrafi işaret?” sorusuna bir tanım getirelim.

Coğrafi işaret; “Belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri itibariyle kökenin bulunduğu bir yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işaretlerdir” diye tanımlayabiliriz.

Adana Kebabı, Malatya Kayısısı, Çorum Leblebisi, Uşak Halısı, Isparta Gülü ilk anda akla gelen örnekler.

Uzmanlar ülkemizde kabaca bir tahminle ülkemizde coğrafi işaret potansiyeli taşıyan 2.500 civarı potansiyel ürün olduğu varsayılıyor. Aynı uzmanlar tüm Avrupa’nın tescilli 1.362 coğrafi işaretinden yıllık 60 milyar Euro gelir elde ettiğini belirtiyor.

Yapılan araştırmalar coğrafi işaret haline getirilen ürünün piyasa değerinin %20 civarında arttığını gösteriyor. Somut bir örnekle bunu destekleyelim. Ordu’nun Akkuş ilçesinde üretilen Akkuş Şeker Fasulyesi’nin coğrafi işaret almadan önce kilosu 2 TL iken, coğrafi işaret sonrası bugünkü değeri kilo başına 20 TL. Üstelik, tamamen organik üretim yapan 600 kadar üreticinin elde ettiği yaklaşık 100 ton mahsule yurt dışından gelen talepler nedeniyle fiyat 35 TL’ye kadar yükselmiş.

Elbette bir başvuru ve bu başvurunun Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından kabulünden ibaret değil bu süreç. Ciddi bir emek, bir hareket ve pazarlama planı, belki de en önemlisi tescil sahibi kurumun coğrafi işaret hakkına sahip olan ürünün ilgili şartları taşıdığı konusunda yapacağı denetim çok önemli. Fransa’nın Medoc şarabını üretmek için bağın dönümünden 480 kilodan fazla randıman almak yasak mesela. Ya da Margaux şarabı için kullanılan üzümün şırasında litrede 178 gram şeker vermeyen ham üzümü kesmek yasak. İhlal edeni çok ağır para cezaları, hatta coğrafi işaret belgesini (ya da kullanım hakkını) kaybetmek gibi bir son bekliyor.

Bir de tabii sahte ürünlere karşı yapılacak mücadele var.

Örneğin ülkemizde Finike Portakalı hasadı yaklaşık 160 bin ton. Oysa sadece İstanbul haline yılda 500 bin ton “Finike Portakalı !” geliyor.

Bırakın coğrafi işareti sıradan bir ürün için bile iktisadın temel kanunu çalışır: çok olanın, piyasada kolay bulunan malın fiyatı düşer.

Kısaca evet bir ürünün coğrafi işaret haline getirilerek tescille korunması çok iyi ve desteklenmesi gereken bir konu. Ama asıl problem ortaya çıkan değerin standartlarının korunması, sürekli denetim ve iyi bir pazarlama planı yapamadığımız zaman başlıyor.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook

LinkedId